TARİHÇE

Çin'de Weigi olarak bilinen Go'nun çıkışı hakkında üç ayrı söylenti vardır. Japonya'da ise sadece biri kabul edilir; Çin İmparatoru Shun (M.Ö. 2255-2206) aklı kıt oğlu Shang Kiun'un zekasını geliştirmek için icat etmiştir. Bu hikaye doğru ise Go 4000 yaşını geçmiştir. Tao Kan (M.Ö. 289-334) oyun hakkında Go'nun "aptal oğullar için" olduğunu söylemiş ve tavlayı M.Ö. 11. yüzyılda şeytan-zalim hükümdar Zhou tarafından bulunduğundan dolayı Go'ya tercih etmiştir. Bir başka söylentiye göre, Go oyunu Çin imparatoru Keih Kwei'in (M.Ö. 1818-1767) kulu Wu tarafından bulunmuştur. Aynı kişinin çeşitli kart oyunlarını da keşfettiği bilindiğinden bu hikaye akla en yatkın olanıdır.



Yazılı kaynaklara bakıldığında ise, Konfüçyüs (M.Ö. 551-479) ve Mencius'un (M.Ö. 372-289) Go'dan kısaca bahsettiği ve M.S. 200 yıllarında Go oyunu hakkındaki şiirleri ile meşhur olan bir şairin gözleri kapalı Go oynayan insanlardan söz ettiği görülür. Ayrıca, Tsin Hanedanı (M.S.265-419) döneminde yaşayan Sha An'in savaşlardan yorgun düşerek Sha Gen ile yaptığı savaşın sonucunu karşılıklı oynadıkları bir Go karsılaşması ile sonuçlandırdığı da yazılı olarak günümüze kadar gelmiştir. Eski Çin'de Go daha az sayıda çizgiden oluşan tahtalarda oynanırmış; 1954'de Wangdu şehrinde M.S. 200 yıllarından kalma 17x17'lik bir Go tahtası bulunmuştur. Günümüzde ise Tibet'te hala 17x17'lik tahta ile Go oynanmaktadır.


O dönemlerde Çin'de iyi Go oynayanlar kisei ya da ki shing diye isimlendirilirmiş. 'Ki'; Go ve 'sei'; kutsal, yüce adam anlamına, ‘shing' ise büyücü anlamına gelir. Tang (M.S. 618-906) ve Sung Hanedanları (MS. 960-1126) dönemlerinde ise ilk Go kitapları yazılmıştır. Bu dönemlerde Go Çin'de en şaşalı dönemindeymiş, ülkede pek çok Go oyuncusu varmış.

Go oyununun bir ülkenin kaderini etkileyecek, bir şairi meşhur edecek, insanlara kutsal-yüce adam dedirtecek kadar toplum kültüründe büyük bir yeri olması önemlidir. Bir savaşın kan dökülmeden sona erdirilmesi binlerce, on binlerce insanın hayatını değiştirir. Bir şairin ün kazanması ise, halkın bir oyunla ne kadar iç içe olduğunu, insanların oyunu iyi oynamasıyla toplumdaki yerinin yükselmesi, insanların Go'yu sadece bir oyun olarak görmediğini gösterir. Ata sporlarımızla ve benzeri konularda günümüze binlerce ve hatta yüzlerce yıl eskiden herhangi bir isim, ya da bir hikaye kalmamıştır. Belki bir Genç Osman vardır ama, genelde her toplumda önemli olduğu gibi, anlatılan hikayelerde kahramanlık, cesaret temaları işlenir. Örneğin, kültürümüzde tavla oyunu için hiç destan ya da şarkı yoktur.
 

Go ve Taoculuk

Belki, Çin'de Taoculuk gibi din düzeyindeki bir düşüncenin yaygın olması, Go'nun ya da I-Ching gibi eski bir kehanet yönteminin yaygınlığını, günümüze kadar oynanmasını ve hakkında çok eski çağlardan beri kitaplar yazılmasını açıklayabilir. (Go'nun da I-Ching gibi görüntü ve ilişkilerle ruhumuzun derinliklerini gösterdiği söylenmektedir.)

Go oyununda kurallar ve oyun tarzı Taocu düşünce ile uyumludur. Yin-yang varolan zıtlıkların iç içe ve dönüşüm içinde olduğunu gösterir. Oyunda siyah ve beyaz taşlarının iyiyi ve kötüyü simgelediği düşünülür. Siyah her zaman kötüdür. Bir Go oyununda tüm taşlar iç içedir, bu Taoculuk'taki dönüşüm ve iyiyle kötünün iç içeliğini yani yin-yang'ı göstermiyor mu? Ünlü tarihçi Ban Gu (M.S. 32-92) Yi Zhi'nin “Go'nun Esasları” adlı eserinde şöyle der: “Tahta kare olmalı ve toprağın kanununu simgelemelidir. Çizgileri ilahi adalet gibi düz olmalıdır. Üzerinde yin ve yang gibi bölünmüş siyah ve beyaz taşlar vardır. Tahta üzerindeki dağılımları ise gökyüzünün bir görüntüsü gibidir.” Aslında, Taoculuğun mistik tarafına inananların bunu bir çeşit kehanet yöntemi olarak görmesi (eski hikayelerden birisi) ve belki de Go'nun gizli güçlerine inanılması bu oyunun yaygınlığının bir sebebi olabilir. Go oyununda aynı görüntünün oyun esnasında bir daha tekrarlanamaması da bu anlatılanları desteklemektedir: ‘Bir Go oyuncusu tahta üzerinde gerçek hayatı yaşar. Yapılmış hamleler anılar gibidir, hatalar değiştirilemez ve oyun boyunca ayağınıza bağ olur. Hamleler yaşanan andır; acı çekersiniz, mutlu olur ve hayatta kalabilmek ya da rakibi yok edebilmek için çalışırsınız. Gelecek ise düşündüğünüz hamlelerdir.' Satrançta üç defa aynı hamlenin ardışık olarak yapılması durumunda beraberlik ilan edilir. Go'da ise ‘ko' denilen kural buna engel olur.

 

Go ve Zen

Eski bir AGA dergisindeki Go ve Zen adlı yazıda, oyunda yaşayabilen en küçük grup olan iki gözlü grup aileye benzetilir. Ailenin temeli anne ve babadır, bu iki göz de anne ve babaya benzetilmişti; bir çekirdek aile yıkılmadan büyüyebilir ve yok edilemez. Sadece büyümesi engellenebilir. Burada toplum yapısından bahsettiğim halde Go'da da her şey toplumdaki yapı gibidir. Eğer, ailenizin çevresi düşmanlarla, hatta dostlarınızla çevrilmiş olsa büyüyemeyecek, aile fertlerinin çoğalabilmesi için daha büyük bir barınak yapılamayacak, yeni bir fert için besin bulunamayacaktır. Eğer çevresi açıklık ise sağlam bir yapıyla desteklendiği taktirde genişleyerek büyüyecek ve tüm çevresini kaplayacaktır. Bu gelişmeye sadece başka bir sağlam aile yapısı engel olabilir. Bu grupların (aile) genişlemesi tüm alan bitinceye kadar devam edecek ve tüm alan bittiğinde oyun da bitecektir.

Gerçek hayatta var olan bir çok ilişki, şekil ve yaklaşımın Go'daki yapıya çok benzediği oyunda ilerledikçe tüm oyuncuların görebileceği basitlikte karşımıza çıkacaktır.

Go Japonya'ya ulaştığında neden yaygınlaştı, Çinlilerin elinden oyun alındı ve Japonların geleneksel oyunu halini aldı.

Japonya'da Sinto ve Budizm dinleri yaygındı. Taoculuğun hakim olduğu bir ülkede bulunan ve geliştirilen Go Taoculuk düşüncesinden dışlanamaz. Fakat, Zen Budistlerin Go oynamasıyla oyun Japonya'da gelişti ve Çinlilerin oyununu geçti. Her nedense, Go ve Zen her zaman yan yana anılabilmektedir.

Peki, bu Zen nedir? Aslında Zen (Zen Budizm'i bir din olmakla beraber biz sadece felsefi yanı ile ilgileniyoruz) hakkında fazla net bir şeyler söylemek mümkün değildir. Zen; koan, usta-çırak ilişkisi, yalnızlık ve aydınlanma, belki de aydınlanmaya çalışmaktır. Hiç bir zaman somut bir şekilde izah edilmemiştir. Tam anlamı ile ne olduğu yazılamaz belki ama nasıl olduğu anlatılabilir.

Zen bir dünya görüşüdür. Bir çırak ile ustası arasındaki günümüz ve eski batının -mantık doğrultusunda- anlayamayacağı bir düşünce ve hayata yaklaşımdır. Neden, çünkü batı Aristo mantığı ile gelişmiş bir kültürdür. Düşünürleri bir odada toplanıp, dışarıda yağmur yağıp yağmadığının hararetle tartışıp, yağmurun neden yağdığı ve neden yağmur yağınca ıslanıldığını inceleyebilir. Bir Zen'ciye ise sorulduğunda "Yağmur yağıyor."- "Islanıyorum." der. Bir odada ise, dışarıda yağmur yağıyor ise, yağıyordur: “Ben kuruyum.” der.

Zen konusunda bir söz vardır: "Normal, sıradan biri her şeyi olduğu gibi görür. Zen öğrenen biri her şeyi farklı görür. Aydınlanmış biri her şeyi olduğu gibi görür." Bu söz ilginç bir döngüdür; insanın başladığı noktaya döndüğü gözlenir. Zen aslında her şeyi olduğu gibi görebilmenin eğitimidir. Sıradan biri farkında olmadan her şeyi, aynı olduğu gibi görür. Yani, bir bütün olarak etkilenmeden, hissetmeden. Bir usta ise aynı seviyeye ulaşmaya çalışır. Ama bilerek...

Bir Zen hikayesi şöyledir: Bir Zen Budist dağda yürürken meditasyonu yapan bir Budist'e rastlar, yanına oturur, eline bir tuğla alır ve onu parlatmaya baslar. Budist durur, sorar “Ne yapıyorsun?” diye. Cevap verir “Bunu bir ayna yapıyorum.”, o da “Bir tuğla parlatılarak ayna yapılabilir mi?” diye sorar. Burada, Zen budistin davranışı anlaşılmaz olarak görülebilir. Rahip devam eder; “Bu tıpkı araba sürmeye benzer, araba yürümeyince kamçıyı arabaya mı yoksa öküze mi vurursun?”. Aslında çok basit bir anlam taşır. Zen Budist'in yaptığı meditasyonu zihni eğitmek amaçlıdır. Zen'ci belli bir konuyu çok derin düşünür, beyni boşaltmak mesela kelime tekrarları ile düşünmeyi engellemek, belki temizlemek ise bu yaklaşıma terstir, Bu hikaye de eğitilmemiş bir zihnin (Zen eğitimi) cilalanarak güzelleştirilemeyeceği anlatılıyor. Fakat, Zen hikayeleri görüldüğü kadar basit değildir. Bir Zen Budist neden bir adama ders vermeye çalışır? Aksine olayları olduğu gibi seyretmek bu düşünceye daha yatkındır. Eski zamanlarda bazı Zen Budistler çantalarında bitkisel ilaçlarla, dağ taş demeden dolaşıp gittikleri yerlerde de hastalara şifa dağıtmaya çalışırlarmış. Bu toplumsal yönlendirmeden sıyrılmış bir insanin başkalarının ne düşündüğüne aldırmaksızın çevresine bilgi ve hatta şifa dağıtmasıdır. Bu davranışı insanların eleştiri veya beğenisine aldırmadan güzel olduğu için yapar. Doğada her çeşit iyi ve kötü yan yana, iç içedir. Bir insanın iyilik yapması bu dengeyi bozmaz.

Zen eğitiminde usta, öğrencisine bir koan (sıra dışı bir cümle, normal mantıkla çözülmesi olanaksız bir bilmece) verir. Öğrenci çözümü her bulduğunu söyleyip ustasına açıkladığında ondan sopa yer. Bir gün sıra dışı bir şey olur ve öğrenci belki aydınlanır. Örneğin bir koan, “Köpekte Buda yaratılışı var mıdır, yok mudur?” sorusudur. Bu sıra dışılıklara başka örnekler verirsek: Ustanın öğrencinin elini istemeyerek, mesela kapıya sıkıştırması ya da dalgın dalgın yürüyen bir öğrencinin tam önüne bir taş düşmesi (bu kafasına bile olabilir) bir Zen öğrencisinin aydınlanması ile sonuçlanabilir. Mesela koan'da, neden köpek gibi genellikle aşağılanan bir hayvan Buda'ya benzetilir? Buda yaratılışı ne anlama gelmektedir? Bu tam anlamıyla açıklanamayan bir deyim olan ‘görüntü' bir köpekte var midir? Gerçek anlamda bu soru açıklanabilir mi? Batı mantığı “Buda'nın görüntüsü her yerde, her şeydedir, köpekte de vardır” diyebilir. Peki bu açıklamayı yapan bir öğrencinin sopa yemeyeceğini söyleyebilir miyiz? (Anlatıldığına göre ünlü bir Zen ustasının cevabı Çince'de hayır anlamına gelen ‘mu'dur. Bu Zen ustasının ardılları ise bu kelimeyi olumlu anlamda kullandığını söylemektedirler.)

“Go'da Zen vardır.” Zen insanın doğal, toplumsal etkilerden arınmış saf zihne ulaşmasıdır. Japonya'da 20. yüzyılda da öğretmenler öğrencilerine “Başlangıç zihnine dön.” Derler; çok fazla çalışıp her şeyle aklını dolduran biri biliyordur, fakat bu bilgiler o kişinin yaratıcılığını yok eder. Ancak, bu bilgiler zamanla sindirildiğinde faydalı olur.


Go'nun tarihçesine dönersek Go, Japonya'ya M.S. 735 yıllarında Tenpyo Dönemi'nde Japonya'nın Çin'e gönderdiği elçi Kibi Daijin'in bu oyunla geri dönmesi ile girmiştir. Japonya'da daha önce de Go biliniyor olabilir, fakat bu dönemden itibaren kayıtlara soylu Azumabito ve Kumoshi arasındaki karsılaşmanın, oyunun sonucundan memnun olmayan Kumoshi'nin Azumabito'yu kılıcı ile öldürmesi ile geçmiştir. Yayılması başta çok yavaşmış. Bu dönemlerde (8. yüzyıl) Çin'de oturan bir Japon prensinin Çin'in bilinen en iyi Go oyuncularının karsısında rakibinin yaptığı hamlenin tahta üzerinde simetriğini yaparak, tüm rakiplerini yendiği bilinir. Bu dönemde simetrik oynamaya karşı bir metot geliştirememeleri Go oyununda çok zayıf oyuncular olduklarını gösterir.

850 yıllarında ise Japonya'da Wakino adında oyuna gerçek anlamda düşkün birini duymaktayız. Öyle ki, bir oyunu gece-gündüz demeden oynayıp, oyundan başka her şeyi gerçekten de unuturmuş. Sonraki iki yüzyıl boyunca Go saraydan (Kyoto) dışarı çıkmamıştır. Ve hatta Go'nun saray dışında oynanmasının yasaklandığını görürüz. Otaku Dönemi'nde (M.S. 1084-1087) Dewa prensi Kiowara no Mahma Go'yu tebaası ile oynamaya başlamıştır. Go bu dönemde sıradan insanlar tarafından oynanmaya ve hızla gelişmeye başladı.

13. yüzyılın başlarında, Go'nun samurai tabakasında iyice yaygınlaştığını ve halkın arasında oynandığını görmekteyiz. Generaller ve büyük savaşçılar Go tahta ve taslarını savaşa taşırlarmış. Savaştan sonra da oturup Go oynarlarmış. Bu dönemde pek çok kesiş ve şairin Go hakkında yazdığı bilinmektedir.

16 ve 17. yüzyıllarda şairlerden, rahiplerden, çiftçilerden, ve esnaftan pek çok iyi Go oyuncusu yetişmiştir. 17. yüzyıl başlarında ise daha önce görülmemiş ustalıkta Go oyuncuları çıkmıştır; Haninbo Sansha Hoin, Nakamura Doseki, Yasui Santetsu gibi.

Sansha Kyoto'daki bir tüccarın oğludur; daha dokuz yaşındayken saçlarını kazıtmış ve ismini Nikkai olarak değiştirip Shokokuji Budist manastırındaki rahiplere katılmıştır. Gençliğinden beri basarılı bir Go oyuncusu olan Sansha, rahip olarak yetiştikten sonra bir Go oyuncuları enstitüsü kurmak için izin elde ederek, Honinbo Sansha ismini almıştır.

Bu okul Go dünyasında açılan ilk okul olmamakla beraber, ilk okul ünvanını kazanmaktadır. Çünkü, 1573-1591 Tensho Dönemi'nde Hideyoshi‘nin kurduğu okul daha öncedir, fakat çok kısa ömürlü olmuştur. Sansha'nin okulunda dönemin en iyi oyuncuları oyunu geliştirmek ve öğretmek üzere toplanmışlardı. Bir kısmı kendilerini sadece Go'ya vermiş, bir kısmı ise ülkede geziye çıkıp, her gittikleri yerde Go'yu anlatıyorlar, beğendikleri bir yerde yıllarca kalıyorlarmış. Bu dönemde Honinbo'nun yanında daha önce de adı geçen ustalar, Hayashi, Inoue, ve Yasui eğitici olarak okulda kalmışlar ve birbirlerinden bağımsız olarak kendi oyun tarzlarını öğretmişlerdir. Daha önce hiç görülmemiş yetenekte Go oyuncuları yetiştirmişlerdir. En iyi öğrencilerini oğulları olarak görmüş, bu öğrenciler ustalarının ölümünden sonra ekollerini sürdürmüş ve Honinbo, Inoue, Hayashi, ve Yasui olarak anılmışlardır. Daha önce adı gecen Nakamura nedense bu okulda yer almamıştır.


Okulun en iyi öğrencileri her yıl shogun'un önünde toplanıp Go oynarlarmış. Bu törene de “Go zen Go” denilirmiş. Anlamı da “Ağustos sükunetinde oyunu oynamak”mış. Ya da “O Shiro Go” denilirmiş. Shiro'nun anlamı ise “şerefli yer” dir. Saraya davet edilen bu ustalara da sarayda samurai'lere verilen değer verilirmiş.

Go oyununda, diğer oyunlardan farklı olarak oyuncular aralarındaki farkı kabullenirler ve eşit bir karsılaşma yapmak ve aralarındaki farkı kapatmak için bir çeşit handikap verirlermiş. Bu adı geçen akademinin kurallarına göre bir seviye farkı için, zayıf olan taraf oyuna baslar, iki seviye farkı için zayıf taraf tahtaya bir taş koyar ve güçlü taraf oyuna baslar. Yani her seviye farkı yarım taşmış. Günümüzde bundan biraz daha farklı kurallar uygulanmaktadır. O dönemlerdeki handikap kurallarıyla ilgili olarak başka bir kaynakta ise; eşit bir seviye (siyah kuşak seviyesinde) göstergesi olarak her iki oyundan birini kazanmak, bir seviye farkında ise her üç oyundan ikisini kazanmak olarak, iki seviye farkında ise zayıf olan tarafın her zaman siyah ile başladığında iki oyundan birini alacağı yazmaktadır. Japon Go federasyonu ise günümüzde bir seviye farkına yaklaşık bir taş vermektedir.

Yasui Sanchi o dönemde “meijin” idi. “Meijin” dünyanin en iyi Go oyuncusuna verilen ünvandi. Honinbo San'etsu ise “jozu” seviyesine sahipti. “Jozu” oldukca yüksek bir seviye olmakla beraber kurallara göre meijin'den bir taş handikap almalıydı. Sanchi ve San'etsu o dönemin en iyi iki Go oyuncusu olarak Shogun'un huzurunda Go oynamak için seçilmişlerdi. Shogun daha gelmeden sarayın en güçlü din adamı olan Matsudaira HiGo no Kami gözetiminde oyuna başlamıslar. Meijin Yasui Sanchi Matsudaira'nin gözde oyuncusu imiş. Matsudaira iki oyuncunun da duyabileceği bir sesle Haninbo'nun kesinlikle kaybettiğini söyler. San'etsu bu sözü duyunca oyuna ara vererek elindeki taşi “Go tsubo' ya da tahta taş kutusuna koyar ve şöyle der: “Ben Shogun'a Go sanatı ile hizmet vermekteyim ve biz Go ustaları bir karşılaşmaya başladığımızda savaş alanındaki savaşçılarla aynı ruh hali içinde gerekirse hayatımızı ortaya koyarak, mücadeleyi düşünüyoruz. Biz bunu yaparken hangi seviyede olursa olsun birinin bize karışmasına veya yorumda bulunmasına izin vermeyiz. Ben en iyi Go oyuncusu olmadığım halde ‘jozu' seviyesine sahibim, dolayısıyla benim plan, taktik, ve stratejimi Japonya'da anlayacak çok az insan vardır. Bununla beraber prens HiGo saygısızca yenileceğim görüşünde bulundu. Neden böyle davrandığını anlamıyorum, fakat seyirciler tarafından oyun hakkında böyle fikirlerini söylemelerine izin verilecekse ve bu bir alışkanlık haline gelirse ‘O shiro Go' geleneği bırakılmalıdır.” Bu sırada Shogun içeri girer. Din adamı hatasını görüp geri çekilir ve insanların ona hak verdiğini gören Haninbo tekrar yerine oturur, oyuna devam eder. Her ikisi de tüm güçleri ile müsabakayı kazanmak için mücadele ederler. Fakat oyunu San'etsu kazanır ve bunun üzerine HiGo prensi iyice küçük düşer. O zamandan itibaren San'etsu her zaman Haninbo ailesinin en iyilerinden biri olarak anılacaktır.

Honinbo Sansa akademisini kurma çalışmaları esnasında oyunculara dereceler vererek seviyelendirme sistemini geliştirdi. Oyunda belli bir seviyeye ulasanlar “sho-dan” ya da “ilk derece” ünvanını alırdı. Akademinin kurallarina göre aradaki fark bir seviye olduğunda zayıf olan oyuncunun ilk hamleyi yapmasına izin verilirdi (siyah olarak). Eğer, fark iki seviye ise zayıf oyuncu tahtaya bir taş koyar ve güçlü olan oyuncu ilk hamleyi yapardı. Sonuç olarak her bir seviye farkı yarım taşa denk gelirdi diyebiliriz. Örneğin, dördüncü seviyeden bir oyuncu birinci seviyeden bir oyuncuya iki taşı handikap olarak koymasına izin verir ve oyuna kendi baslar. Seviye farkını dengelemek için verilecek handikap miktarı ise dört adet ile sınırlandırılmıştı. Fakat, zayıf oyunculara günümüzde daha fazla avans verilmektedir.

Bir oyuncu yedinci seviyeye ulaştığında “jozu” ya da “usta el” ünvani ile onurlandırılırdı. Sekizinci seviye ise “kanshu” ya da “yarı yolda”, dokuzuncu seviye ise “meishu” “aydınlanmış, parlak el” ya da “meijin” “ünlenmiş (tanınmış) adam” olarak adlandırılırdı.

Bu Go oyuncularını seviyelendirme sistemi üç yüz yıl önce çıktığından beri sadece dokuz oyuncu dokuzuncu seviyeye erişmiş, ve sadece kırk oyuncu sekizinci seviyeye ulaşmıştır. 1880'de Korschelt “Su sıralar Japonya'da sadece bir oyuncu yedinci seviyeye sahiptir ve bu ünvan Murase Shoho'nundur.” diye yazmıştır. Meiji Dönemi'nde, yani, shogunlugun düşmesinden kırk yıl öncesine kadar olan sürede, sadece bir kişi Honinbo Shuei dokuzuncu seviyeye sahipti.

Bu şekilde oyuncuların derecelendirilmesi Çin ya da Kore'de bilinmemekle beraber Ryukyu ve Loochoo adalarında uygulanmakta idi. Japonlar ise bu derecelendirme sistemini kesin standart bir ölçü olarak sahiplenmişlerdi. Bununla beraber, seviyeler zamandan zamana, yüzyılların verdiği tecrübe ile beraber sabit kalmamakta, gelişmektedir. Usta oyuncular zayıf oyuncularla oynadıkları maçların sonuçlarına göre onların seviyelerini belirlemekte, bununla beraber kendi seviyeleri de ilerlemektedir. Oyuncuların birbirleri arasındaki seviye sabit kaldığı halde düzenli ve zorlu çalışmaları sonucunda seviyeleri yükselmektedir. Günümüzdeki yedinci seviye ünvanına sahip oyuncular yüz ya da iki yüz sene önceki sekizinci ve hatta dokuzuncu seviye düzeyindedirler. Örneğin, Japonya'daki akademi ile Ryukyu adalarındaki standart arasındaki fark için Korschelt'in yazdığına göre; 1880 yıllarında Satsuma'dan ikinci seviyeden bir Go oyuncusu bu adalara geziye çıkmış, en iyi oyuncuları ile oynadığında beşinci seviyeden olanları bile rahatça yendiğini görmüştür.

Akademinin yönetimi çoğunlukla Go oyuncularının, genel olarak da Haninbo ailesinin elinde olmuştur. Go tarihinde yönetimi ele geçirmeye çalışan başka ustalar da cıkmış fakat günler süren karşılaşmalar sonunda yine Haninbo ailesinin başarısı ile sonuclanmıştır. 18. yüzyılda Go'da büyük ilerlemeler kaydedilmiştir. Hatta bu zamanlarda oynanan oyunlardaki stratejiler, oyun açılışları günümüzde bile örnek alınmaktadır. En iyi oyunlar Haninbo'lardan Dosaku, Jowa, ve Yasui Sanchi arasında oynanmış, 1868 yılında ise Go akademisi shogunlugun sona ermesi ile kapatılmıştır. Bununla beraber Go'ya olan ilgi azalmaya baslamış, ülkenin dışarıya açılması ile yabancılara olan hayranlık artmıştır. Dış dünyadan gelen şeyler doğallıktan çok, insani çok daha ödüllendirici nitelikte, çok daha renkli idi. Doğal ve sade bir yapısı olan Go gittikçe unutulmaya başlandı.


Kaynak: Mehmet Dardeniz